İnsanlık tarihinin topyekûn ilk büyük savaşı olan I. Dünya Harbi, büyük asker ve sivil kayıpları, sebep olduğu siyasi kargaşa yanında üç kadim imparatorluğun Habsburglar, Romanovlar ve Osmanlılar’ın tasfiyesine yol açacak gelişmeleri beraberinde getirmiştir. XIX. asrın ulus çekirdekli koloni imparatorluklarından çok farklı yönelimleri bulunan, birçok ırkı, dini ve dili bir arada barındıran ve bunları bir arada yaşatmaya çalışan bu klasik imparatorluklardan Osmanlılar. siyasi, toplumsal ve ekonomik anlamda iyice yıpratılmış olarak girdikleri bu büyük savaş sırasında tebaası arasında giderek tırmanan derin ayrılıklar karşısında kendini korumak ve varlığını sürdürmek için ağır siyasi kararlar almak zorunda bırakılmıştır. Osmanlı sistemi benzeri diğer siyasi oluşumlarla karşılaştırıldığında onlara nispetle daha iyi işlemiş ve arizi problemlere rağmen toplumsal ahengin temini sağlanmıştır. Ancak XIX. yüzyıla gelindiğinde milliyetçilik anlayışı cemaatler arasındaki tesanüdü bozduğu gibi devletle olan ilişkileri de derinden sarsmış, imparatorluğun dış çeperlerindeki ayrılıkçı hareketlerin sonuçları görüldükçe, aynı akıbetin çekirdek coğrafyada da gerçekleşebileceği endişe ve korkusu yaşanmıştır. Söz konusu endişeler bu büyük harp sırasında dış mihraklı tahriklerle iyice artarak imparatorluğun kendi tebaası içindeki farklı dine mensup cemaatlere karşı olan güvensizliğe dönüşmekte gecikmemiştir. Bu guruplar da ayrılıkçı hareketlere tevessül ederek dış mihraklarla işbirliği yapma eğilimini giderek artırıp işi, metbuuna karşı silahlı mücadeleye girişecek ölçülere getirmişlerdir. Böyle bir tehdit ve tehlike karşısında, savaş şartlarının bütün olumsuz etkilerini kahredici bir ümitsizlikle derinden hisseden ve çekirdek coğrafyayı koruma telaşına düşen idareciler, varlıklarını tehdit eden basımlarıyla müşterek hareket eden bu guruplara destek oldukları/olabilecekleri, lojistik yardım sağladıkları/sağlayabilecekleri gibi endişelerle bu ana coğrafyasındaki tebaasının bir bölümünü yine imparatorluk sınırları içinde kalan bir başka bölgeye nakletme kararını almak durumunda kalmışlardır. İşte "tehcir" denen, sebepleri ve oluştuğu şartlar unutularak sadece yaşanan acı olaylara odaklanılan, zamanının siyasi zemini, emperyal devletlerin çok iyi bilinen politikaları göz ardı edilerek, ana mecrasından çıkarılan ve bizatihi kendisi "tek ve biricik" bir hadise olarak algılanan sürgün olayı böyle bir genel konseptte ortaya çıkmıştır. Bugün gelinen noktada hadise, zamanımızın modern hukuki ve ahlaki anlayışlarıyla değerlendirilen ve ilgili kavramlar, var olmadığı dönemlere indirilerek, doğrudan bir ülkeyi ve milleti töhmet altında bırakacak raddelere çekilmek islenen bir hale getirilmiş bulunmaktadır. Özellikle çekilen acılara dayalı milli benlik inşası için diasporaya dağılmış mensupları bir arada tutma ve dayanışmayı sağlama yanında salt "vicdani" sorumluluk, yaşanan büyük "travmayı" anlatmak ve paylaşmak gibi daha naif ama belki ilkinden daha etkili şekilde bir genel kabullenme aşamasını geçerek "inkarcılık." aşamasına getirilme gibi tarihi çerçevesinden tamamen koparılmış olan 1915 olayı, aynı zamanda zihinlerinin arka planlarındaki “korkunç Türk" imajı silinmeyen batı dünyasında bir takım siyasi amaçlara alet edilmeye başlanmıştır. Şüphesiz acı olaylar yaşanmıştır, ama bu mesele dış güçlerin siyasi oyunlarıyla veya onları harekete geçirmek suretiyle değil, ancak iki toplumun algılama ve anlayışlarıyla asgari müştereklerde birleştirilip belirli bir çözüme kavuşturulabilir. Bu mutabakata giden yol ise. Meselenin tarihi arka planının doğru olarak belirlenmesinden geçer. Bu kitap söz konusu tarihi çerçeveyi anlamaya yardımcı olabilecek bir genel bilgi vermek amacıyla hazırlanmıştır ve yer verilen görüşler bilimsellik çerçevesinde tartışmaya açıktır. Esasen meselenin son zamanlarda aldığı boyuta bakılacak olursa, çoğu temelsiz ve ana mecrasından kopuk tarzda suçlamalarla mücehhez bir neşriyat ile karşı karşıya kalındığı görülür. Bütün bunlara karşın buradaki yazılar bir müdafaaname vasfı da taşımaz; vicdani sorumluluğun ve toplumsal travmanın tek yanlı olmadığını göstermeyi, bu gibi konularda yeniden sağlıklı ve hakkaniyetli düşündürtmeyi hedefler. |