Bugün, çok partili hürriyetçi demokratik hayat insanların en çok tercih ettiği bir yaşam şekli olarak kabul edilmektedir. Ne var ki, güzelliklerle dolu olan demokratik rejimde, bu rejimin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerin, aralarındaki rekabeti bazen çirkin boyutlara taşımaktan çekinmediklerini görüyoruz. Bunların başında da, bir avuç daha fazla oy almak hırsıyla gerçeklerin saptırılması ve halkın menfaatlerine olmayan tavizlerin verilmesi konusu gelmektedir. Politikacıların bu zaafım iyi keşfeden Amerikan ve Fransız Ermeni’den, hem oylarını ve hem de paralarını kullanarak, her seçim öncesinde Amerikan ve Fransız Meclislerinde Türkiye aleyhinde kararlar aldırmaya çalışıyorlar. Bu gerçek dışı kararların ne Ermenilere bir faydası ne de Türklere bir zararı vardır. Fakat, bu yanlış ve haksız kararlar Türkiye’de kamu vicdanını rahatsız etmektedir. Ermenilerin bu yanlış tutumlarına sebep olan tarihi olayları yeniden ve objektif bir şekilde incelemek ve ortaya koymak amacıyla bu çalışmayı yaptık. "Ermeniler" ve "Türk-Ermeni İlişkileri” konularında, yerli-yabancı bilim adamlarının yaptıkları araştırmalara ve neşredilmiş belgelere dayanan bu çalışmamızda, olaylara karışmış tarafların geçmişteki siyasetleri ve bugünkü tutumları hakkında İlmî tenkitlerde bulunduk. Bu İlmî objektiflik çerçevesinde önce Türk sonra da Ermeni tarafının durumunu ortaya koyduk. Yapılan ihmalleri, takip edilen yanlış politikaları dile getirerek bundan sonra yapılması gerekenler üzerinde düşüncelerimizi ortaya koyduk. Günümüze yansımaları olan, son beş-altı asırlık tarihin üç imparatorluğunu Türkler, İngilizler ve Ruslar kurmuşlardı, İngilizler ile Ruslar, harpsiz bir şekilde imparatorluklarını tasfiye etme şansına sahip oldular. Fakat, Türkler, bu şansa sahip olmadı. Daha doğrusu Türklere bu şans verilmedi. XIX. asrın son çeyreği ile XX. asrın ilk çeyreğinde Türklere yöneltilen çok yönlü saldırı, tarihin hiçbir döneminde başka bir ulusa ve devlete yapılmadı. Türkler, Osmanlı İmparatorluğumu büyük kayıplar ve acılarla kaybetti. Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti kuran Türkler, 1923 yılına kadar 3,5 milyon insanını yitirdi. Lozan Barış Antlaşması ile, Ermeniler de dahil olmak üzere, kendisine saldıran herkesle bütün hesaplaşmaların defterini kapatarak geçmişin büyük acılarını ve kayıplarını sineye çektiler. Atatürk'ün kurduğu Dil ve Tarih Kurumlan Türk insanına yapılan bu haksız saldırıların sebeplerini araştırıp belgeleriyle neşretmek görevi ile yükümlü idi. Fakat, çeşitli sebeplerden dolayı bunu yapamadı. Atatürk'ten sonra ülkeyi idare eden Cumhuriyet Hükümetleri, Türk milletine yönelik bu haksız hücumların belgelerini mutlaka neşretmeliydi. Bu yapılmadığı gibi, devletin arşivlerine de gereken ilgi gösterilmedi. Ne tarihçi ne de arşivci yetiştirmeye önem verildi. 1975-1985 arasında Ermeni teröristlerinin diplomatlarımızı öldürmeye başlaması üzerine arşivlerimize alâka gösterilmeye başlandı. Fakat, Ermeni terörünün durmasından sonra arşivlerimiz kaderleriyle baş başa bırakıldı. Eğer Cumhuriyet Hükümetleri arşivlere alâka gösterip, Türk insanına yönelik o haksız ve korkunç saldırıların belgelerini, özellikle Ermenilerle ilgili belgeleri, neşredip bilim adamlarının istifadesine sunsaydı, bugün Ermenilerin ve yandaşlarının gerçekleri tahrif eden neşriyatı devam ettirmeleri ve Türkiye aleyhinde, politik de olsa karar aldırmaları mümkün olmazdı. Ermeni dostlarımız ve destekçilerine gelince: Türklerin kurduğu en uzun ömürlü devlet olan Osmanlı İmparatorluğu, Batı'daki gelişmelere yeterince ayak uyduramadığı ve bilhassa XVIII. ve XIX. asırlarda yaptığı reformlarda başarılı olamadığı için I. Dünya Savaşı sonunda dağıldı, daha doğrusu dağıtıldı. Yerine Türkiye Cumhuriyeti de dahil olmak üzere 24 müstakil devlet kuruldu. Rusların, Türkiye ve İran'a karşı hem tampon ve hem de yayılma üssü olarak Azerbaycan topaklan üzerinde 1829’da Türkiye ve İran'dan göçürdüğü Ermenilerle oluşturduğu "Ermenistan Vilayeti" (Armiyanskaya Oblast) hâricinde, Osmanlı idaresindeki Ermenilerin bir devlet sahibi olmadıklarını görüyoruz. Burada akla şu soru geliyor: Osmanlı Devleti sınırları içinde Türklerle yan yana yaşayan her millet istiklâline ve devletine kavuşurken, Ermeniler niçin istiklâllerine ve devletlerine kavuşamadılar? Acaba, Ermeniler veya Ermeni halkına önderlik edenler bu sorunun cevabını, hislerden uzak ve objektif bir şekilde araştırıp nedenleri üzerinde düşündüler mi? Vatanımız diye iddia ettikleri topraklarda topluca yaşamak varken, Osmanlı Devleti’nin her köşesine dağılarak, yaşadıkları yerlerde üçte bir-dörtte bir oranında azınlık durumuna düşmekle vatan ve istiklâl sâhibi olunamayacağını Ermeni halkını yönetenler nasıl bilemezler? Hak iddia ettikleri yerlerde çoğunlukta olan insanların haklarına ve özgürlüklerine nasıl saygı göstermezler? Tarihin her devrinde, yaşadıkları topraklarda çoğunlukta olan aynı millete mensup insanlar, her zaman vatan ve istiklâl için hak iddia etmişler ve isteklerine de kavuşmuşlardır. Azınlıkta bulunan insanların, çoğunluğun hakkına saygı göstermeden, yaşadıkları topraklarda istiklâl ilân etme haklan hiçbir zaman olmamıştır. Nitekim bu prensipler, bugün her müstakil devletin üyesi olduğu Birleşmiş Milletlerin değişmez prensiplerinin başında gelmektedir. Bu prensipleri bilmelerine ve üçte bir, dörtte bir oranında azınlık durumunda olan Ermenilere dayanarak Türkiye’de bir Ermeni devleti kurmanın gerçekçi olmadığını itiraf etmelerine rağmen Rusya, İngiltere ve Fransa'nın, sırf emperyalist emellerini gerçekleştirmek için, Ermeni halkına olmadık vaatlerde bulunarak onların istiklâl için isyan etmelerini desteklemek ve pek çok insanın ölümüne sebep olmak ne kadar İnsanî ve hakkaniyetli bir davranış olduğunu İngiliz, Rus ve Fransız politikacılar hiç düşündüler mi? Terörle dikkatleri çekmek ve tehditle insanları isyana zorlamak için her türlü zorbalığı deneyen Hınçak ve Taşnak partilerinin yöneticileri, acaba, Ermeni halkına ne kadar kötülük ettiklerini hiç düşündüler mi? Hınçak ve Taşnak komitecilerinin kanlı eylemlerine destek çıkmak suretiyle, Ermeni ve Türk kökenli yüz binlerce insanın ölümüne ve acı çekmesine Ermeni, Avrupalı ve Amerikalı Kilise mensuplarının, din adamı olarak, Tanrı katında hiç vicdanları sızlamadı mı? Rus, İngiliz, Fransız ve Amerikan basın organları ile birleşerek Kilise çevrelerinin olayları abartarak Türkiye aleyhinde kin ve nifak kampanyası yürütmeleri din adamlığı ile nasıl bağdaştırıldı? Ve nihayet, Osmanlı Türkiyesi’nde ekonomik, kültürel ve dinî yönden çok rahat ve mutlu bir hayat süren Ermeni halkı, yaşadığı güzellikleri bırakarak, Taşnak ve Hınçak komitelerinin ve onların destekçileri yabancı güçlerin peşinden giderek, hem kendilerine ve hem de kendilerine daima iyi davranmış olan Türk komşularına bu kötülükleri nasıl yapabildiler? Bu araştırmamızda, yukarıda bahsettiğimiz veya dile getiremediğimiz soruları objektif bir şekilde tartışmaya çalıştık. Ümit ederim kamuoyunu, yetkilileri ve sevgili gençleri bilgilendirmede ve bu konuda bir şeyler yapmaya teşvik etmede bir katkıda bulunmuşuzdur. |