Ekonomik, siyasal, bilimsel ve yazınsal alanda bilgi alışverişinin bu denli yoğun olduğu bir dönemde çevirilerin ülkelerarası iletişimdeki rolü yadsınamaz. Üstelik bu ağın gün geçtikçe daha da genişleyip, daha da karmaşık bir yumak haline geldiği düşünülecek olursa, söz konusu ortamda ayakta kalmanın temel koşulunun, bu iletişimi sürdürecek nitelikte elemanlar yetiştirmek olduğu anlaşılır. Başka bir deyişle, günümüz bilgi alışverişi yarışında, eksiksiz, sağlam ve hızlı iletişim kurabilecek profesyonel nitelikte çevirmen yetiştirecek kurumlara gereksinim vardır. Yüzyıllardan beri amatör yanı ağır basan bu meslek dalının, bir yandan küreselleşmeye giden dünyamızda bir anda önem kazanması, öte yandan, çevirmen eğitimi açısından eski geleneksel yöntemlerin ülkelerarası iletişim sonucu gittikçe karmaşıklaşan ve zenginleşen diller ve ilişkiler karşısında son derece yetersiz kalması, bu konunun çağdaş çeviri-bilimsel ölçütlere göre yeniden incelenerek değerlendirilmesini gerekmektedir. 20. yüzyılın ikinci yarısındaki küreselleşme hareketi, her ne kadar ülkeleri tek bir merkez çevresinde topluyor görünse de gerçekte ekinsel, bilimsel, ekonomik ve teknolojik alanlardaki gelişmeleri, geniş bir iletişim ağı içerisinde dünya çapında yayarak, her ülkenin varlığım, kimliğini silmeden sürdürme amacım taşır. Başka bir deyişle, bu akımın temelinde çoğulculuk anlayışı yatar. Kuşkusuz, böyle bir anlayışta, iletişim aracı işlevini taşıyan çevirilerin her konudaki bilgi ve iletileri tam olarak aktarmadaki rolü yadsınamaz. Her türlü bilginin gelişmiş teknoloji sonucunda, bir anda her ülkeye yayılabilme olanağına karşılık, ülkeler arasındaki ekinsel ve dilsel farklılıklar, bir yandan çeviri sürecini zorlaştırırken, öte yandan da iletişimin aksamasına neden olmaktadır. Örneğin, gelişmiş ülkelerin dili, bilimsel ve ekinsel alanlardaki gelişmelere koşut olarak gelişirken, geri kalmış ülkelerin dili özellikle yazılı alanda aynı gelişmeyi gösterememektedir. Sonuç olarak, gelişmiş, gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkeler arasında iletişim köprüsü kurmak oldukça zorlaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, çeviribilimin ortaya çıkması, çeviri sorun ve yöntemlerinin irdelenmesi kesinlikle rastlantı olmayıp, küreselleşme çağının bir sonucudur. Çeviri çalışmalarının öteki bilim dallarına katkısı ve etkisine karşın, özerk bir bilim dalı olabilmek için uzun süre beklemesi ise, başlıca üç nedene dayanır; bunlardan birincisi, çevirilerin başka bilim dalları içeresinde (örneğin, dilbilim, dil öğretimi gibi) ele alınıp, incelenmesi; İkincisi, çeviri konusunda ağırlığın uygulama alanına verilmesidir. Bunun sonucu olarak, James Holmes'un bilimselliğin koşulu olarak öne sürdüğü, bilim dalının betimleyici, kuramsal ve uygulama alanları arasında karşılıklı ilişkilerin sürdürülmesi gerektiği yolundaki savı, çeviribilim konusunda uzun süre uygulamaya geçirilememiştir; üçüncü neden olarak ise, çeviri edimine, profesyonel bir edim olarak değil de amatör gözüyle bakılmasını sayabiliriz. Bununla birlikte günümüz bilimsellik anlayışında bilimsel konularda uzmanlaşmaya koşut olarak bilim dalları arasındaki ilişkilerin de son derece büyük önem kazanması, öteki bilim dallarıyla sürekli iş birliği içerisinde olan çeviribilim açısından bir ayrıcalık olarak görülebilir. Bunun yansıra, çeviribilimin öteki bilim dallarıyla ilişkilerinde olduğu kadar, ekinler arasındaki rolü de yadsınamaz. Çeviribilimin ekinsel ve bilimsel işlevine karşın, uzun süre özerk bir bilim dalı olamaması, Çeviribilimin uygulama alanına giren çeviri eğitimini de ister istemez etkilemiştir. Başka bir deyişle, çeviri alanında çağın gereklerine uygun bir eğitimin verilmesi, söz konusu bilim dalının kuramsal alanıyla, çeviri eğitimi arasında bir köprü kurulmasına bağlıdır. "Çeviribilime Giriş" konusunu özellikle seçmeme neden, Mütercim Tercümanlık bölümlerinde öğrencileri kuramsal çalışmalara yönlendirmektir. Bu araştırmada kuram ve uygulama arasındaki bağlantıyı elden geldiğince irdelemek amacıyla artsüremliliği ve eşsüremliliği göz ardı etmeyen bir yöntemle incelemeye çalıştım. Bu şekilde, kuram ve uygulama arasındaki ilişkiyi hem tarihsel bir süreç içerisinde değerlendirmeyi, hem de bu süreci günümüz koşulları açısından sorgulamayı hedefledim. Kitabın bütüncesini oluşturan çeviri kılavuzlarıyla ilgili bölümü ise, betimleyici bir yöntemle inceleyerek günümüz çeviribilim anlayışına uygun olup olmadıklarını araştırdım. Kuşkusuz, burada amacım söz konusu yayınları eleştirmek olmayıp, aksine bu konuyla ilgilenenlerin dikkatini çekmek ve bu tür yayınları daha yararlı kılmaktır. Çeviri alanındaki uygulamaların uzun bir geçmişi olmakla birlikte, bu alanın bilimsel ölçütler içerisinde ele alınması, tarihte Dilbilimin gözde olduğu bir döneme rastlar. Ne var ki, Dilbilimin geçmişte konuyu yalnızca karşılaştırmalı Dilbilim ve dil eğitimi içerisinde ele alması, günümüz iletişim anlayışı karşısında yetersiz kalır. İletişim ağının son yirmi yıldır evrensel olarak kazandığı boyut göz önüne alınacak olursa, çeviri eğitimi ve bu eğitimin kılavuzu niteliğindeki yardımcı araçlar konusunda ne derecede titiz ve özenli bir çalışma yapılması gerektiği anlaşılır. İşte, ben de bu nedenle son yirmi yıldır söz-konusu alanla ilgili olarak çıkan yayınlar arasından geneli temsil edecek nitelikleri olan yedi kitap üzerinde bir araştırma yapmayı uygun gördüm. Ölçüt olarak, salt İngilizce-Türkçe odaklı yayınlarla sınırlı kalmayıp, bu konuyla ilgilenen ülkelerin yayınları arasından da seçerek irdeleme yapmanın, karşılaştırmanın daha kapsamını genişletmesi açısından yararlı olacağını düşündüm. Bu amaçla kitabın son bölümünde Türkiye, Amerika, İngiltere ve Almanya'da yayınlanmış yapıtlar arasından seçerek betimleyici bir çalışma yapmayı uygun gördüm. Başka bir deyişle, bu alanda çalışma yapanlara daha geniş ölçekli bir bakış açısı sunmayı hedefledim. |