Türkiye, sahip olduğu jeopolitik konumu göz önünde bulundurulduğunda son derece stratejik deniz alanlarına ev sahipliği yapmaktadır. Üç tarafının denizlerle çevrili olması ve Türkiye’nin bu denizlerdeki ekonomik, askeri ve diğer birçok açıdan üstlendiği aktif rol, ülkeyi iç siyasette olduğu kadar dış siyasette de söz sahibi bir konuma getirmektedir. Dolayısıyla tüm bu denizleri paylaştığı kıyıdaş devletler ile geliştirdiği ilişkiler ve deniz hukuku, Türkiye’nin dış politikasının önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Nitekim deniz kaynaklarından yararlanmak, tüm kıyıdaş devletlerin başlıca amacı haline gelmiş, zaman zaman ülkeler arasında bazı gerginliklerin baş göstermesine zemin hazırlamıştır. Denizlerdeki enerji kaynakları başta olmak üzere deniz alanı içerisindeki ekonomik faaliyetlerin ülkeler tarafından ne derece kullanılabileceği, günümüz deniz hukukunun en önemli sorunsalını oluşturmaktadır. Özellikle kıyıdaş devletlerin sayısının fazla olması ve bölgedeki deniz kaynaklarının niteliği, bu sorunsalı daha da önemli bir hale getirmektedir. Birden fazla kıyıdaş ülkenin varlığı durumunda ülkelerin deniz kaynaklarından ne derece faydalanacağına dair en önemli ilke kıta sahanlığı kavramı olarak karşımıza çıkmaktadır. Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmesi ile resmileşen kıta sahanlığı kavramı, yine uluslararası deniz hukukunun hakkaniyet, orantılılık, coğrafyanın üstünlüğü gibi prensipler doğrultusunda kıyıdaş devletlerin faaliyetlerini yasal bir zeminde gerçekleştirmelerine imkân vermektedir. Kıta sahanlığı ilkesine eşlik eden bir diğer kavram ise Münhasır Ekonomik Bölge olup tüm bu kavramlar, kıyıdaş devletler arasında oluşabilecek anlaşmazlıkları ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Özellikle Doğu Akdeniz bölgesindeki devletlerin gerçekleştirdiği petrol arama çalışmalarında Türkiye’nin faaliyetlerini yasal bir zemine oturtmasında ilgili kavramları sıkça duymaktayız. Ayrıca bu kavramlar, bölgedeki kıyıdaş devletleri deniz hukukuna aykırı ve yasallıktan uzak faaliyetlerden caydırma yolunda önemli birer mekanizmadır. Türkiye’nin, sınırlarını çevreleyen deniz kaynaklarını da toprak parçası kadar önemli birer vatan parçası kabul eden Mavi Vatan ifadesi ise, uluslararası ilişkiler literatüründe yeni yeni yer almaya başlamıştır. Doğu Akdeniz başta olmak üzere kıyıdaş olduğu denizlerde üstlendiği aktif rol, Türkiye’nin diğer kıyıdaş ülkeler ile gerçekleşebilecek çatışma ve gerginlikler karşısında deniz hukukunda daha etkin bir konumda olmasını gerekli kılmaktadır. Bu doğrultuda ortaya atılan Mavi Vatan doktrini ise, ülkelerin artan ekonomik kaynak gereksinimleri doğrultusunda, sahip oldukları deniz kaynaklarının da tıpkı toprak parçası gibi anavatanı olduğu tezini savunmaktadır. Bu doğrultuda Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan hak ve görevleri doğrultusunda ilan edilmiş ve ilan edilmesi öngörülen deniz yetki alanlarının tümüne Mavi Vatan denilmekte, Türkiye’nin taraf olduğu deniz hukukunu kapsayan tüm konularda Mavi Vatan doktrini çerçevesinde bir siyaset yürütülmektedir. Bu çalışma, Uluslararası Deniz Hukuku temel metinleri başta olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu antlaşmalar, sözleşmeler temel alınarak Türkiye’nin Mavi Vatan haritasını ortaya koyma amacı taşımaktadır. Bu doğrultuda çalışma, Türkiye’nin taraf olduğu deniz hukuku kapsamına giren problemlere dair tüm sorunsalları kapsayan ve Mavi Vatan Haritası bağlamında cevaplar yönelten bir Mavi Vatan Doktrini’dir. Bu bağlamda çalışmanın tüm uluslararası ilişkiler öğrencilerine ve bu alana ilgi duyan herkese bir kılavuz olmasını diliyorum.
Prof. Dr. Mahmut AK Rektör, İstanbul Üniversitesi |