Tıp Bilişimi III
Pharmacogenomic of Immunosuppressive Agents
Hayriye Şentürk Çiftçi, Süleyman Rüştü Oğuz, Meltem Savran KaradenizImmunosuppressive therapy is administered to prevent graft rejection in renal transplant patients. A large number of drugs have been developed to prevent organ rejection, and studies on target strategies are ongoing. In renal transplant patients, the condition of the graft after transplantation is greatly affected by immunosuppressive therapy. The use of a single immunosuppressive drug increases the undesirable side effects. It is difficult to balance the toxicity of immunosuppressive therapy and the risk of rejection after transplantation. The combined use of different groups of drugs both provides a synergistic effect and prevents unwanted side effects by enabling dose reduction, thus increasing the quality of graft life and patient life. Among the drugs used in immunosuppressive therapy, calcineurin inhibitors (tacrolimus and cyclosporine) have an important place as the basic treatment. Since calcineurin inhibitors are critical dose drugs, monitoring their blood levels is important in selecting and adjusting the optimum dose for these drugs. Close monitoring of immunosuppressants is required for graft survival and good patient monitoring. Low levels cause insufficient immunosuppression and increase the risk of rejection, while high levels cause side effects such as nephrotoxicity and neurotoxicity. An increase in the effectiveness of drugs and a decrease in the frequency of side effects can be achieved by individualization of drug therapy. After administration of standard doses of cyclosporine (CsA) and tacrolimus (FK506), blood levels show significant interindividual variability. In addition to pharmacodynamic and pharmacokinetic factors, pharmacogenetic factors also play a role in the individualization of drug therapy. Genetic factors can affect drug response by altering drug metabolism or by changing the binding affinity of enzymes or receptors to substrates and ligands. Important polymorphic structures, that can alter drug response,include cytochrome P450 (CYP) enzymes, drug target molecules (serotoninergic, dopaminergic receptors) and drug transporters (p-glycoprotein). Calcineurin inhibitors used after transplantation are metabolized in the liver by the P450 enzyme system (CYP3A4, CYP3A5). Cyclosporine and tacrolimus are known to be a substrate for p-glycoproptein encoded by the Multidrug-Resistant Protein-Multidrug Resistance (MDR-1) gene. Elimination and metabolism of drugs may be different depending on the difference in genetic structure between individuals. Knowing the enzymes showing genetic polymorphism during the treatment process may be important in terms of ensuring the suitability of the treatment. Pharmacokinetic, pharmacodynamic and pharmacogenetic factors play a role in individualized drug therapy. Pharmacogenetic studies have demonstrated that low doses should be used in individuals with slow metabolism in order to prevent the side effects of immunosuppressive drugs with a narrow therapeutic window. We predict that the determination of genes encoding P450 enzymes, which play an important role in the metabolism of calcineurin inhibitors, and the MDR-1 polymorphism will help these immunosuppressants to reach optimum blood levels and reduce the risk of rejection and nephrotoxicity.
İmmünosüpresif Ajanların Farmakogenomiği
Hayriye Şentürk Çiftçi, Süleyman Rüştü Oğuz, Meltem Savran KaradenizBöbrek nakli yapılan hastalarda, graft reddinin engellenmesi için immünsupressif tedavi uygulanmaktadır. Organ reddini önlemek için çok fazla sayıda ilaç geliştirilmiştir ve hedef stratejilere yönelik çalışmalar devam etmektedir. Böbrek nakilli hastalarda, graftın nakledilmesinden sonraki durumu immünsüpresif tedaviden büyük oranda etkilenir. İlaçların tek başına kullanılmaları istenmeyen yan etkilerini arttırmaktadır. Nakil sonrası hem immünsupresif tedavinin toksisitesini hem de rejeksiyon riski arasındaki dengeyi sağlamak güçtür. Farklı grup ilaçların birlikte kullanımları hem sinerjik etki sağlanmakta, hem de doz azaltımını mümkün kılarak istenmeyen yan etkileri önlemekte, böylece graft yaşamı ve hasta yaşamının kalitesinde artma mümkün olmaktadır. İmmünsupresif tedavide kullanılan ilaçlardan kalsinörin inhibitörleri (Takrolimus ve Siklosporin) temel tedavi olarak önemli bir yer tutmaktadır. Kalsinörin inhibitörleri kritik doz ilaç özelliğine sahip olduğundan, kan düzeylerinin izlenmesi, bu ilaçların optimum dozunun seçiminde ve ayarlanmasında önemlidir. Graft sağkalımı ve iyi hasta izlemi için immünsüpresiflerin yakın monitörizasyonu gerekmektedir.Düzeylerinin düşük olması yetersiz immünsupresyona ve rejeksiyon riskinin artmasına, yüksek düzeyler ise nefrotoksisite ve nörotoksisite gibi yan etkilere neden olmaktadır. İlaçların etkinliğindeki artış ve yan etki sıklığında azalma, ilaç tedavisinin bireyselleştirilmesi ile sağlanabilmektedir. Siklosporin (CsA) ve takrolimus (FK506)’un standart doz uygulaması sonrasında kandaki düzeyi kişiler arasında belirgin değişkenlikler göstermektedir. İlaç tedavisinin bireyselleştirilmesinde farmakodinamik ve farmakokinetik faktörlerin yanı sıra farmakogenetik faktörler de rol almaktadır. Genetik faktörler ilaç metabolizmasını değiştirerek ya da enzimlerin veya reseptörlerin, substrat ve ligantlarına bağlanma afinitelerini değiştirerek ilaç yanıtını etkileyebilirler. İlaç yanıtını değiştirebilen önemli polimorfik yapılar, sitokrom P450 (CYP) enzimleri, ilaç hedef molekülleri (serotoninerjik, dopaminerjik reseptörler) ve ilaç transportörleri (p-glikoprotein)’dir. Nakil sonrası kullanılan kalsinörin inhibitörleri karaciğerde P450 enzim sistemi tarafından (CYP3A4, CYP3A5) metabolize edilmektedir. Siklosporin ve takrolimus’un Çoklu İlaca Dirençli Protein-Multidrug Resistance (MDR-1) geni ile kodlanan p-glikoproptein için bir substrat olduğu bilinmektedir. Bireyler arasındaki genetik yapının değişikliğine bağlı olarak ilaçların eliminasyonu ve metabolizasyonu farklı olabilir. Genetik polimorfizm gösteren enzimlerin tedavi sürecinde bilinmesi tedavinin uygunluğunu sağlama açısından önemli olabilmektedir. Bireyselleştirilmiş ilaç tedavisinde farmakokinetik, farmakodinamik ve farmakogenetik faktörler rol oynamaktadır. Terapötik penceresi dar olan immünsupresiflerin yan etkilerini önlemek için yavaş metabolize olan bireylerde düşük dozlarda kullanılması gerekliliği farmakogenetik çalışmalar sonucu ortaya konmuştur. Kalsinörin inhibitörlerinin metabolize olmasında önemli rol oynayan P450 enzimlerini kodlayan genlerin ve MDR-1 polimorfizminin belirlenmesinin bu immünsupresiflerin optimum kan düzeylerine ulaşmasına, rejeksiyon ve nefrotoksisite riskinin azaltılmasına yardımcı olacağı öngörüsündeyiz.